Peygamberlikle ilgili en önemli konularından biri hatm-i nübüvvet meselesidir. Peygamberliğin sona erip ermediği tartışması İslamiyet öncesi din ve inançlarda da görülmektedir. Örneğin Yahudilikte nübüvvet Hz. İbrâhîm ile başlar, Hz. Mûsâ ile zirveye ulaşır ve Malaki ile son bulur.[1] Ancak Tevrat’taki “Onlar için kardeşleri arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım; sözlerimi onun ağzına koyacağım ve ona emredeceğim her şeyi onlara duyuracak.”[2] cümleleri ile birden fazla yerde gelecek bir elçiden bahsedilmesi[3] Yahudi inancında net bir son peygamber anlayışının olmadığını göstermektedir.[4] Hristiyanlıkta ise nübüvvetin hangi peygamber ile tamamlandığına dair bir netlik yoktur. Hz. Îsâ’nın havarileri ile havari olmayan bir kısım inananların Kutsal Ruh tarafından peygamberlikle görevlendirilmesi[5] ve çarmıhtan sonra Hz. Îsâ’nın havarilerini dünyaya tebliğ için görevlendirdiğine[6] dair inançlar son peygamber kavramının Hristiyanlık için söz konusu olmadığına işaret etmektedir.[7]
İslam dininde de Allah tarafından insanlığa yol gösterici ve hidayet rehberi olarak gönderilen peygamberlerin ne zamana kadar gönderildiği, Hz. Muhammed ile peygamberliğin sona erip ermediği hususu hatmi’n-nübüvve başlığına ele alınan bir konudur. Bu meselenin mütekaddimûn kelâmcıların gündeminde yer alması ve kelâm kitaplarında bulunması meselenin önemini ortaya koymaktadır. İçinde yaşadığımız çağda bu mesele üzerinde birtakım spekülasyonların yapılıyor olması meselenin aynı zamanda aktüel bir konu olduğunun delilidir. Nitekim günümüzde Pakistan’da “Meclis-i Tahaffuz-i Hatm-i Nübüvvet” isimli bir oluşum, son peygamber inancının korunması için ortaya çıkmış bir yapıdır. Son peygamber inancını muğlak hâle getirerek liderleri Mirza Gulam Ahmed’in (öl. 1908) mehdi, mesih ve nebiliğini iddia eden Ahmediyye’ye (Kâdıyâniyye) karşı ortaya çıkan bu oluşum büyük bir mücadele yürütmektedir.[8] Öte yandan müsteşriklerin, peygamberlik iddiasında bulunan kimselere ilmî bir kimlik kazandırmak için malzeme topladıkları da görülmektedir.[9] Hz. Muhammed’in şahsında mündemiç sıfatların bazı grup, mezhep, tarikat, cemaat, akım ve ideolojiler tarafından liderlerinde tecelli ettiğini iddia etmeleri de bu anlamda meselenin güncelliğini koruduğunu göstermektedir.[10]
Hatm-i nübüvvet kavramı, “bir şeyi tamamlayıp sona erdirmek; mühürlemek” anlamındaki hatm kelimesi ile nübüvvet kelimelerinden oluşan bir kavramdır.[11] Peygamberliğin sona ermesi, bitmesi ve tamamlanması anlamına gelir.[12] Hatm-i nübüvve meselesi nebî ve resul ayrımından bağımsız olarak ele alınamaz. Zira tartışma kimi zaman nebî ve resul arasındaki ayrımdan kimi zaman ise her iki kavramın aynı olduğu iddiası etrafında şekillenmektedir. Dolayısıyla bu tartışmanın bir yönüyle nebî-resul ayrımı tartışması olduğunu ifade etmemiz mümkündür.
Kur’an-ı Kerim’de “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resulü ve nebîlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”[13] âyeti ile peygamberliğin sona erdiğine ve Hz. Muhammed’den (s.a.v.) sonra peygamber gönderilmeyeceğine işaret vardır. Kur’an-ı Kerim’de dinin ve insanlara olan nimetin tamamlandığı, din olarak da İslam’dan razı olunduğunu bildirilmekte[14] ve İslam’dan başka din arayışını nasla kabul görmeyeceği bildirilmektedir.[15] Ayrıca Hz. Peygamber’in bütün dinlere hâkim olacak hak dinin peygamberi olarak gönderildiği belirtilmektedir.[16] Dinin tamamlandığına ilişkin bu âyetler; aynı zamanda nübüvvetin de sona erdiğine, dolayısıyla ilahi vahyin de nihayete erdiğine işaret etmektedir. Bu bakımdan Hz. Peygamber’in son nebî oluşu, nübüvvetin ve vahyin de sona erdiğini ifade etmektedir.[17] Yine hadislerde yer alan bazı ifadeler Hz. Muhammed’in son peygamber olduğu hususunu teyit etmektedir.[18]
İslâmiyet’in doğuşundan günümüze kadar Kur’an ve Sünnete bağlı olan bütün âlimler, Hz. Muhammed’in gönderilmesi ile nübüvvetin sona erdiğini kabul etmenin İslâm akaidinin temel ilkesi olduğunu benimsemişlerdir. Birtakım marjinal akımlar dışında İslam dünyasında hatm-i nübüvvet inancında neredeyse bir ittifak vardır.[19] Marjinal ekollerden Yezidiyye’ye göre[20] kıyamete yakın bir zamanda yeni bir peygamber ve kitap gelecektir.[21] Hürremiyye’ye[22] göre isepeygamberler sürekli olarak gelmeye devam edecektir.[23] Günümüzde birtakım araştırmacıların aklın sınırlarını zorlayan ve romantik yaklaşımlarla peygamberliğin devam etmesi gerektiğini ima ettiklerine de şahit oluyoruz.[24]
Peygamberimizin ashabının nübüvvet iddiasında bulunanlarla savaşmış olması hatm-i nübüvvet konusunda ortak bir kanaat olduğunu teyit eder. Peygamberliğin sona ermediğini ileri sürenlerin dile getirdiği “nebilerin sonuncusu” ifadesinin resulleri kapsamadığı şeklindeki yaklaşım doğru değildir. “Nebilerin sonuncusu” ifadesinin kullanılmasının sebebi resul kavramının melekler için de kullanılmasındandır. Dolayısıyla “Nebîlik sona ermiştir ancak resullük sona ermemiştir.” demenin herhangi bir dinî temeli yoktur. Hz. Muhammed’in vefatından zamanımıza kadar hiçbir peygamberin zuhur etmemesi de hatm-i nübüvveti doğrulayıcı sosyolojik bir delildir.[25] Hatm-i nübüvvetin zarûrât-ı dîniyye arasında yer aldığı hususunda âlimler görüş birliğine varmışlardır.[26] Dolayısıyla her Müslümanın bunu kabul etmesi gerekir.[27] Zira yukarıda da belirtildiği üzere hatm-i nübüvvet konusunda başka türlü tevil edilme imkânı olmayan açık naslar vardır.
Tarihte ve günümüzde peygamberlik iddiasında bulunan (mütenebbî) kişiler olmuştur. Sahte peygamberler; bulundukları bölgelerdeki siyasi, ekonomik ve ahlaki saiklerden cesaret alarak peygamberlik iddiasında bulunmuşlardır. İnsanların beklentilerine göre “güya” çözümler üreterek kendilerini kabul ettirme gayretinde olmuşlardır.[28] Esved el-Ansî (öl. 11/632), Müseylimetülkezzâb (öl. 12/633), Talha b. Huveylid (öl. 21/642)[29] ve Secâh (öl. 41/661)[30] peygamberlik iddiasında bulunmuşlar ancak kalıcı taraftar bulamamışlardır.
Ehl-i sünnet başta olmak üzere Mu’tezile ve bir kısım Şia ve Haricilik grupları hatm-i nübüvveti kabul etmektedir. Ancak risâletin sona erdiğini kabul etmekle birlikte nübüvvetin devam ettiğini iddia edenler de olmuştur.[31] Özellikle 13./19. yüzyılda artış gösteren bu düşünce, Bâbîlik, Bahâîlik ve Kâdîyânilik taraftarlarınca dile getirilmiştir.[32] Bahâîliğe göre Hz. Peygamber resullerin değil nebilerin sonuncusu olduğundan Allah ondan sonra yeni resuller gönderebilir. Bahâullah da geleceği vaad edilen resuldür. Onun gelişiyle din tamamlanmıştır.[33] Ancak yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Kur’an ve sünnetin bağlayıcılığını kabul eden bütün âlimlerce Hz. Muhammed’den sonra nübüvvet müessesinin sona erdiğini ve onun getirdiği İslam dininin kıyamete kadar geçerli olduğu vurgulanmıştır. Bu hususun zarûrât-ı dîniyye arasında yer aldığı kesin olarak kabul edilmektedir.
Zeydiyye ve İmamiyye’den oluşan Şia düşüncesinde nübüvvet, imametle irtibatlandırılmış bir öğretidir. Nübüvvetin sona ermesi tevil edilerek peygamberlerin şahsına ait vahyin sona erdiği ifade edilmekte ve imamların bir çeşit vahye dayalı görüş belirten kimseler olduğu ima edilmektedir. [34] Dolayısıyla Şia’da nübüvvetin imamlar kanalıyla devam ettirildiğini söylemek mümkündür.
İbn Arâbî başta olmak üzere mutasavvıflarca hatm-i nübüvvetin kabul edildiğini görmekteyiz. İbn Arâbî, Hz. Peygamber’in son peygamber olmasından söz ederken “şeriat” kavramı ile temellendirmeye gitmektedir. O, bu tanımlama ile Cebrail’in getirdiği vahiy, Hz. Muhammed ile sona ermekte ancak “ilhâm vahyinin” devam ettiğini iddia etmektedir. İlhâm vahyi ile yeni bir şeriat, emir ve yasaklar ortaya konmaz. İmam Şa’rânî’ye göre ise Hz. Peygamber için her ne kadar “nebîlerin sonuncusu” ifadesi kullanılıyor olsa da o hem nebîlerin hem de resullerin sonuncusudur.[35]
Mâtürîdî’ye göre Kur’an-ı Kerim’de Hz. Muhammed nebilerin sonuncusu olarak nitelendirilmesine rağmen[36] nübüvvetin devam ettiğini söylemek ve peygamberlik iddiasında bulunmak ya da birisine nübüvvet isnad etmek üzerinde konuşulmaya bile değmeyecek bir konudur. Bu tür iddialar için doğruluk delili istenmez, direkt yalanlanır. Hz. Muhammed’i son peygamber olarak nitelendirilen âyetin varlığı tek başına bile onun “son peygamber” olduğunun delilidir.[37] Söz konusu âyet (Ahzâb 33/40), Mâtürîdî’ye göre nübüvvetin Hz. Muhammed (s.a.v.) ile tamamlandığını açıkça ortaya koymaktadır.
Mâtürîdî’ye göre peygamberimizden sonra nübüvvet iddiasında bulunan kimse ile doğrudan Allah’ı inkâr eden kimsenin durumu tehdit olması bakımından aynıdır. Ona göre nübüvvet ve risâlet, Hz. Muhammed’in peygamber olarak gönderilmesi ve peygamberliğin onunla mühürlenmesi ile birlikte kıyamet için de bir alamet ve işaret sayılır.[38]Ondan sonra peygamber yoktur. Buna rağmen Yüce Allah’ın onun peygamberlerin sonuncusu olduğunu bildirmesinin bir hikmeti vardır:
Allah kendi katındaki ilmiyle Bâtıniyye’nin iddia ettiği gibi Hz. Muhammed’den sonra başkasının da peygamber olarak niteleneceğini bilmiştir. Bâtıniyye, Kâimu’z-zaman peygamberdir, demektedir. Dolayısıyla Cenâb-ı Hak bu âyetle böyle bir iddiada bulunandan delil istenmeyeceğini onların sadece yalanlanacağını bildirmek istemiştir.[39]
Peygamber gönderilmesinin bir ihtiyaca binaen gerçekleştiğinin altını çizen Mâtürîdî, Hz. Muhammed’den sonra artık böyle bir ihtiyaç kalmadığı kanaatindedir. Ona göre Peygamber Efendimizin getirdiği şeriat, insanların bir kısmının, bir bölgenin veya belirli bir zamanın ihtiyaçlarına cevap oluşturmak yerine tüm insanlık ve tüm zamanlar için kesin çözümler ortaya koyan evrensel mesajlar içermektedir. Yine ona göre Kur’an-ı Kerim ihtiva ettiği inanç, ibadet, hukuk ve ahlak ilkelerini temel prensipler muvacehesinde ortaya koyarken diğer tali meselelerin çözümünde müçtehitler için alan bırakarak problemlere çözümleri evrensel bir noktaya taşımıştır. Hâl böyle olunca yeni bir peygambere ihtiyaç da yoktur. İnancımız buna müsaade etmez.[40]
Hz. Peygamber’in eşleriyle başkalarının ebedi olarak evlenmesinin yasaklanması[41] Mâtürîdî’ye göre nübüvvet ve risâlet konusunda Cenâb-ı Hak Resulullah’ı sanki hayattaymış gibi saymasından dolayıdır. Onun vefatından sonra şeriatı yeni bir şeriat gönderilmek suretiyle nesh edilmemiştir. Hâlbuki Hz. Muhammed’den önceki peygamberlerin şeriatları vefat ettiklerinde başka bir şeraitle nesh edilmişti.[42] Özetlemek gerekirse Mâtürîdî’ye göre Hz. Peygamber’in şeriatının nesh edilmemesi ve eşleri hakkında onun hayattaymış gibi kabul edilmesi Hz. Muhammed’in son peygamber olduğunu göstermesi bakımından delil sayılır.
Hatm-i nübüvve inancına temel oluşturan Ahzâb sûresi 40. âyeti değerlendiren Sâbûnî, iki okuyuş ve bu iki okuyuşa bağlı olarak iki farklı anlam olduğu kanaatindedir. Kesre ile okunursa tüm nübüvvet sona ermiş ve tüm şeriatlar nesh edilmiş olur. Fetha ile okunursa tüm risâletler peygamberimizin risâleti içinde toplanmıştır ve peygamberimiz son peygamber kılınmış olur. Peygamberimiz tüm peygamberlerin zînesi, yeryüzü ve gökyüzünün zînesidir.[43]
Sâbûnî’ye göre “hatm” (الختم) kelimesi, peygamberimizin gelişi ile peygamberliğin bitişini ifade eder. Başka peygamber gönderilmez. Peygamberlik artık tam olmuştur; başka peygamber olmayacaktır, onun şeriatı kıyamete kadar devam edecektir. Hz. Peygamber’in hadisleri de hatm-i nübüvve meselesini teyit eder. Nitekim peygamberimiz; “Kıyamet ile benim durumum işaret parmak ile orta parmak gibidir.”[44] buyurmuştur. Yine “Benden sonra peygamber yoktur.”[45] buyurmuştur. Yani bu iki parmak arasında bir şey yoksa benimle kıyamete kadar başka bir peygamber yoktur demektir. Eğer herhangi bir insan peygamberimizden sonra peygamberlik iddia ederse delil istenmez direkt yalanlanır.[46]
Sâbûnî, peygamberlik iddiasında bulunan bir kimseden, iddiasını ispat için ondan mucize istenmesine dair kanaatini serdederken “Peygamberlerin ortaya çıkmasının caiz olduğu bir zaman diliminde”[47] ifadelerine yer verir. Onun bu ifadelerinden, peygamberliğin sona erdiği ve Hz. Muhammed’in son peygamber olduğu kanaatini taşıdığını çıkarmak mümkündür. Nitekim o, söz konusu ifadeleri, “Hz. Muhammed’in gönderilmesinden öncesi” şeklinde sınırlandırmıştır. Ona göre Hz. Muhammed’in peygamberlerin sonuncusu olduğu sübuta erdikten sonra, bir kimse peygamberlik iddiasında bulunsa ondan mucize istenmesine gerek yoktur, doğrudan iddiası reddedilir.[48]
Hatm-i nübüvvet meselesinde Mâtürîdî ve Sâbûnî nasların açık olduğu ve peygamberliğin sona erdiği hususunda aynı kanaattedirler. Bu hususta tartışma yapmak, Mâtürîdî’ye göre üzerinde konuşulmaya değmeyecek bir mesele iken Sâbûnî’nin böyle bir ifadesi bulunmamaktadır. Her iki mütekkellim de mütenebbilerle tartışma yapmak yerine direkt yalanlamak gerektiği kanaatinde ortaktır. Sâbûnî hatm-i nübüvve kavramını izah ederken dil bilgisine daha fazla yer verirken Mâtürîdî böylesi bir izaha gerek görmez. Mâtürîdî, Hz. Muhammed’in son peygamber oluşuna nasların yanında, Hz. Peygamber’in şeriatının nesh edilmemesi ve eşleri hakkında onun hayattaymış gibi kabul edilmesi gibi aklî izahlar da yaparken Sâbûnî’nin aklî izahlara yer vermeyi tercih etmediğini tespit ettik.