
* Demir, Abdullah. Ebû İshak es-Saffâr’ın Kelâm Yöntemi. İstanbul: İSAM Yayınları, 2018.
Mâtürîdî kelâmcısı Saffâr, aklın ve naklin bilgi alanlarının ayrı olduğu konusuna, Telhîsü’l-edille’nin ilk sayfalarında akıl ile bilinebilen konuları (medlûlâtü’l-akl)anlatırken ve bilgi bölümünde aklî hükümleri (kadâya’l-ukūl) belirtirken değinir. Onun bu konuya tekraren değinmesi, aklın ve vahyin bilgi alanlarının belirlenmesine verdiği önemi gösterir. Ona göre aklın vâcip ve mümteni hükmünü verebileceği bilgi alanlarında akıl önder (metbû), nas ona tâbi konumundadır. Akla göre câizolan ve aklın kesin hüküm veremediği bilgi alanlarında ise nas önder, akıl tâbidir. Seçenekler arasında eşitliğin bulunduğu akla göre mümkinalanda, akıl nakle (sem‘) uymak zorundadır. Mümkinalanda akıl, önerdiği bir seçeneği vâcip veya haram kılamaz. Bu sebeple akla her konuda öncü görevi vermek doğru değildir. Bununla birlikte nakil de aklın yardımı ve desteği olmadan tek başına yeterli olamaz. Çünkü naklin doğru olup olmadığı ancak aklın değerlendirmesiyle belirlenebilir ve nakil, akıl sayesinde anlaşılır. Dolayısıyla Saffâr, yoğun tartışmaların yaşandığı bu konuda oldukça açık ve net bir tutum takınarak akıl ile nakil arasında sağlam bir denge kurmaya çalışır.[1]
Saffâr, bu konudaki görüşünü, Ehl-i hakkın aklî hükümler konusunda ortak bir sonuca ulaştığı tespitine dayandırır. Buna göre aklın ele aldığı bir konu hakkında ulaşabileceği hükümler; vâcip, mümteni ve câiz olmak üzere üç çeşittir.
- Vâcip (aklî zorunluluk): Âlemin bir yaratıcısı (sâni‘)olduğunu anlamak, ikram edene şükretmeningerekliliğini kavramak, doğruluk ve adaletin beğenilmesi ve bunlara benzer akılla kavranılan tüm konular, aklın vâcip hükmünü verdiği ve kesin hükme ulaştığı konulardır. Saffâr’a göre akıl, bu alanda önderdir (metbû‘), vahiy ise akla uyar ve onu destekler.
- Mümteni‘ (aklî imkânsızlık): Zıtların bir objede bir durumda birleşmelerinin imkânsızlığı ve imkânsızlıkların (müstehîlât) Allah’a izâfe edilmesinin imkânsızlığı gibi konular, aklın kavradığı ve reddettiği hususlardır. Akıl, bu alanda da önderdir, vahiy ise akla uyar ve onu destekler.
- Câiz (aklî imkân): Bir şeyin olup olmamasının imkânlılık açısından aynı seviyede olduğu, her iki ihtimalin eşit durumda bulunduğu konular, aklın kesin hükme varamadığı câiz (mümkin) alanını oluşturur. Saffâr, ibadetler ve diğer dinî uygulamaların (umûr-i şer‘iyye) aklî hükümlerden câizkapsamına girdiğini belirtir. Çünkü akıl, ibadetler ve diğer dinî uygulamaların nasıl yerine getirileceği konusunda farklı ihtimaller arasında hüküm veremeden çekimser kalır (tevakkuf). Akıl bu konularda vahye uymaya muhtaçtır ve mecburdur. Vahiy bu alanda belirlemede bulunduktan sonra akıl belirlenen ibadetleri ve dinî uygulamaları destekler ve açıklar.[2]
Saffâr’ın aklî hükümler konusunda ehl-i hakkın ittifak ettiğini belirtmesi, Mâtürîdîler açısından yerinde bir tespittir. Çünkü İmam Mâtürîdî,[3] Ebû Seleme es-Semerkandî,[4] İbn Yahyâ,[5] Ebü’l-Muîn en-Nesefî,[6] Alâeddin es-Semerkandî[7] ve Sâbûnî[8] gibi Mâverâünnehir bölgesinde yetişen mütekellim Hanefîler, aklî hükümlerin vâcip, mümteni ve câiz (vâsıt/mümkin) olmak üzere üçe ayrıldığını kabul ederler. Ayrıca onlar, bu ayırıma göre aklın ve naklin bilgi alanlarının ayrı olduğunu savunurlar. Onun bu ifadesinden üç sonuç çıkarılabilir.
- Saffâr, ehl-i hak tabiri ile Mâtürîdî anlayıştaki kelâmcıları kastetmektedir.
- O, kendini bu anlayışa mensup ve bu anlayışın içinde hissetmektedir.
- Mâtürîdîler’e göre aklın ve naklin bilgi alanları farklıdır. Aklın kesin olarak bileceği vâcip-mümteni kapsamına giren konular olduğu gibi aklın söz sahibi olmadığı sadece vahiyle bilinebilecek akla göre câiz (mümkin/vâsıt) bir alan da bulunur. Meselâ Mâtürîdî’ye göre akıl, nimet verene şükretmenin gerekli olduğunu (vâcip) ve ona nankörlük etmenin çirkinliğini (mümteni) anlasa da şükrün nasıl yerine getirileceğini (câiz) bilemez. Bu sebeple akıl, vahiy bilgisine muhtaçtır.[9] Bu anlayışa dayanan Mâtürîdî, İbn Yahyâ, Ebü’l-Usr el-Pezdevî, Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî, Saffâr, Alâeddin el-Üsmendî, Alâeddin es-Semerkandî ve Sâbûnî gibi Mâtürîdî kelâmcıları, aklın ibadetlerin keyfiyetini bilemeyeceğini ve diğer dinî uygulamaları naklin yardımı olmadan belirleyemeyeceğini savunmuşlardır.[10]
Görüldüğü gibi Saffâr ve diğer Mâtürîdî kelâmcıları, aklın ve vahyin bilgi alanını, aklın ulaşabileceği hükümlere dayanarak belirlemiş ve oldukça isabetli şekilde aklî hükümleri ifade etmek için vâcip, mümteni ve câiz (mümkin/vâsıt) kavramlarını kullanmışlardır. Ancak epistemolojik anlamda kullanılan bu kavramlar sonraki süreçte kelâm eserlerinde felsefenin etkisiyle İbn Sînâ’nın imkân delilinin izahında kullandığı varlık türlerinin ontolojik ayırımı olarak yer almaya başladı. Zira İbn Sînâ felsefesinde zorunlu, mümkün ve imkânsız kavramları, zihinde ulaşılabilecek yargıların değil dış dünyadaki varlıkların yüklemleri olarak kullanılır. Yaşanan bu kavram kayması, aklın ve naklin bilgi alanı konusunda Mâtürîdî kelâmcılarınca ortaya konulan ve kullanılan isabetli bir çözümün göz ardı edilmesine sebep oldu. Bununla birlikte aklın ve naklin bilgi alanını ortaya koyan ve peygamberlik kurumunun gerekliliğini de gösteren bu yaklaşım tarzı, günümüzde de güncelliğini ve değerini korumaktadır. Peygamberliğin gerekliliğini izahta bu bakış açısının kullanılması oldukça isabetli görünmektedir.
Aktardığımız konuda Mu‘tezile kelâmcıları da benzer bir anlayışa sahiptir. İfade farklılıkları olsa da sonuçları itibariyle onlara göre idrak edilme açısından hükümler; akıl tarafından kavranan ve din tarafından teyit edilen aklî-şer‘î ve akıl yoluyla kavranamayan sadece dinî tebliğle öğrenilen şer‘î olmak üzere iki kısma[11] ayrılır. Allah’ın varlığını ve şükrün gerekliliğini kavramak ile nankörlük ve zulmün çirkinliğini bilmek aklî-şer‘î hükümlere, ibadetlerin şekli ve miktarı gibi konular ise şer‘îkonulara örnektir.[12]
Mu‘tezile kelâmcılarının aklî-şer‘î hüküm olarak belirttikleri konular, Mâtürîdî kelâmcılarınca vâcip ve mümteni, şer‘î olarak kabul ettikleri konular ise mümkin kavramıyla ifade edilir. Meselâ Mu‘tezile kelâmcısı Kādî Abdülcebbâr’a göre zulmün ve nimete karşı nankörlüğün kötülüğü, şükrün gerekliliği nakle ihtiyaç olmadan aklın kesin olarak bildiği konular (vâcibât-ı akliyye) kapsamındadır.[13] Hukukî uygulamalar (şer‘iyyât) ve ibadetler konusunda ise (taabbüdî alan) nas olmadan konuşmak mümkün değildir. Çünkü akıl, şükür ve ibadetin gerekliliğini kavrayabilir, fakat ibadetin şekline, şartlarına ve mekânına naklin bildirimi olmadan karar veremez.[14]
Mu‘tezilî görüşleri benimseyen Mutahhar b. Tâhir Makdisî de aklın ulaşabileceği hükümleri üçe taksim eder: Vâcip: Bir binanın yapıcısınnn, bir yazının kâtibini gerektirmesi.
Sâlip: Kâtipsiz bir yazının, ustasız bir eserin imkânsız olması.
Mümkin: Haklarında bahsedilen eski şehir ve kasabalarla ilgili bilgiler. Aktarılanların doğru olması da aksi durumda mümkündür.[15]
Eş‘arî kelâmcılarının da aklın; zorunluluk (vâcip), imkân (mütevassıt) ve imkânsızlık (mahzur) alanında hükme ulaşma kapasitesini kabul ettikleri söylenebilir. Bununla birlikte onlar, kulların fiillerinin haram veya helâl kılınması gibi hükümleri naklin tebliğine bağlamışlar ve inanmayı zorunlu kılanın akıl değil, vahiy olduğunu savunmuşlardır. Bu sebeple onlara göre peygamberler gönderilmeden önce insanlar akıllarıyla Allah’ın varlığına ulaşmış olsalar bile cenneti hak etmezler ve dinî teklîflerden sorumlu olmazlar.[16]
Toplumsal hayatta V (XI) ve VI. (XII.) yüzyıllarda en etkin dinî oluşum olan sûfîler ise aklın işlevi konusunda kelâmcıların ve felsefecilerin karşısında yer aldı. Onlara göre aklın alanı madde (kevn) âlemiyle sınırlıdır. Kendisinin mahiyetini bile kavrayamayan akıl, yaratıcısını bilemez. Dolayısıyla Allah’ı bilme konusunda aklın ulaşabileceği son nokta, hayret ve dehşet içinde kalmaktır. Onlara göre Allah’ın varlığı dahil bütün gayp âlemi keşfî bilgiyle öğrenilir.[17]
Tasavvufa yönelişin arttığı ve ilhamın bir bilgi kaynağı olarak savunulduğu bir çağda yaşayan Saffâr, aklın ve naklin her birinin öncü ve yetkin oldukları bilgi alanlarını, aklın bilgisel sınırına dayanarak tutarlı ve net olarak ortaya koymuştur. Diğer Mâtürîdî kelâmcıları Saffâr kadar net ifadeler kullanmasalar da aynı görüşü benimsemişlerdir.
KAYNAK: Demir, Abdullah. Ebû İshak es-Saffâr’ın Kelâm Yöntemi. İstanbul: İSAM Yayınları, 2018.