
* Demir, Abdullah. Ebû İshak es-Saffâr’ın Kelâm Yöntemi. İstanbul: İSAM Yayınları, 2018.
Mütevâtir hadisin dini konularda delil olduğuyla ilgili genel bir kabul bulunur. Ancak âhâd hadis konusunda bunu söylemek mümkün değildir. Âhâd hadis, tevâtür derecesine ulaşmayan az sayıdaki sahâbenin, daha sonra tâbiînin ve tebeu’t-tâbiînin rivayet ettiği, metninde şâz ve illet bulunmayan ve zann-ı gāliple sabit olan rivayete denilir. Rivayet yollarının çoğalması sebebiyle bir hadise meşhurdenilse bile bu haber âhâd olmaktan çıkmaz.[64]
Mâtürîdî kelâmcısı Saffâr, âhâd yani mütevâtir derecesine ulaşmayan hadisin doğrudan itikadî konularda bilgi değeri taşımadığını,[65] haber-i vâhidin bu alanda bilgi değeri taşıyabilmesi için belli şartları taşıması gerektiğini savunur. Ona göre itikadî konularda âhâd hadisin kabul edilme şartları şunlardır:
- Geniş bir topluluğun önünde vuku bulması veya sık sık tekrarlanması sebebiyle çoğunluk tarafından bilinmesi, uygulanması ve rivayet edilmesi gereken bir konudaki (mevdiu’ş-şöhreti ve’l-belvâ) hadisin, âhâd yolla rivayet edilmesi kabul edilemez.
- Âhâd hadisin; senedinde ve metninde herhangi bir kusur bulunmamalıdır.
- Âhâd hadis, “el-usûlü’l-mümehhede”ye yani Kur’an, mütevâtir sünnet ve icmâ-i ümmete aykırılık taşımamalıdır.[66]
Saffâr’ın belirttiği bu şartlar çok önemlidir ve yerindedir. İlk sırada belirttiği şartla, önemine ve yaygınlığına binaen birçok kişi tarafından bilinmesi gereken bir konuyla ilgili Hz. Peygamber’in sözünün âhâd yolla gelmesini kabul etmemektedir. O, böyle bir konuyla ilgili âhâd haber gelmişse, kabul edilemeyeceğini açıkça belirtir.
İkinci olarak ifade ettiği şartla, âhâd hadisin hem senet hem de metin yönünden incelenmesi gerektiğini, bu inceleme sonucunda senedinde veya mânasında herhangi bir kusur bulunması halinde, hadisin kabul edilmeyeceğini ifade etmektedir. Saffâr, ileri sürdüğü bu şartla, açıkça hadisin isnadının ve metninin tenkitten geçirilmesi gerektiğini savunur.
Saffâr, âyet ve hadislerin anlaşılmasında dilsel izahlara da değer vermektedir. Hadisleri dil bakımından ele alan ilk âlimler olan Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm (ö. 224/838), İbn Kuteybe (ö. 276/889) ve Ebû Süleyman el-Hattabî (ö. 388/988),[67] onun kaynakları arasındadır. Onun, dilsel tahlil konusunda bu âlimlerden istifade ettiği söylenebilir.
Saffâr, belirttiği üçüncü şartla, âhâd haberin ifade ettiği anlamın Kur’an’a, mütevâtir sünnete ve icmâ ile kabul edilen asıllara “arz” edilerek, hadisin bu asıllara uygunluğunun kontrol edilmesini savunur. Bu şartın öne sürülmesi, Ebû Hanîfe’ye kadar uzanmaktadır. “Mümin zina edince, başından gömleğinin çıkarıldığı gibi imanı da çıkarılır, sonra tövbe edince imanı kendisine iade edilir”[68] hadisi kendisine sorulduğunda, bu hadisin Kur’an’a aykırı olduğunu düşünen Ebû Hanîfe, Hz. Peygamber adına bâtılı rivayet eden kimseyi reddettiğini belirtmiştir.[69] Alâeddin es-Semerkandî de haber-i vâhidin akla, ayrıca kitaba, sünnete ve icmâya aykırılık taşıması durumunda red veya tevil edilmesi gerektiğini düşünmektedir.[70]
Saffâr’ın hadislerin bilgi değeri taşıyabilmesi için senet ve metin açısından incelenmesi ve içerdiği mânanın Kur’an’a arzedilmesi konusundaki görüşleri, ihtilâfü’l-hadîse dair çalışmaların en kapsamlısı olan ve onun da kaynakları arasında yer alan Tahâvî’nin Beyânü Müşkili’l-âsâr adlı eserinde yer almaktadır. Hadislerin Kur’an’a arzedilerek uygunluk denetimi yapılması, Ebû Hanîfe ve onun görüşlerini benimseyen Mâtürîdî kelâmcılarının ortak prensibidir. Ehl-i hadis ise beyan olması cihetiyle sünneti, Kur’an’a göre değil, Kur’an’ı sünnete göre anlamayı ilke edinmiştir.[71]
Saffâr, sıraladığı şartlardan birine bile uymayan âhâd hadisi kabul etmeyeceğini açıkça ifade eder. Ona göre bu durumda reddedilen Resûl-i Ekrem’in hadisi değil, ona bu isnadı yapan kişinin sözüdür.[72] Saffâr’ın bu kanaati Ebû Hanîfe’nin bu konudaki düşüncesine dayanır. Ebû Hanîfe göre de Kur’ân-ı Kerim’e aykırı, Hz. Peygamber’den bir hadis nakleden herhangi bir kimseyi reddetmek, Hz. Peygamber’i reddetmek veya tekzip etmek demek değildir.[73]Saffâr görüşünü özellikle şu hadise dayandırır:
“Benden bir söz duyduğunuz zaman, onu kalpleriniz kabul eder, tüyleriniz ve tenleriniz onunla yatışır ve onu kendinize yakın görürsünüz, işte ben o söze hepinizden yakınım. Yine benden bir söz duyduğunuz zaman, kalpleriniz onu yadırgar, tüyleriniz ve tenleriniz ondan ürperir, onun bir münker olduğunu görürseniz, işte o söze ben hepinizden daha uzağım.”[74]
Saffâr’ın bu rivayeti, hadis kaynakları arasında yer alan Tahâvî’nin Beyânü Müşkili’l-âsâr’dan naklettiği anlaşılmaktadır. Zira aynı rivayeti Tahâvî aktarmakta ve hadisin sahih olduğuna âyetle delil getirmektedir:
“İnananlar ancak o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri titrer” (el-Enfâl 8/2). “Rablerinden korkanların bu kitaptan tüyleri ürperir, sonra hem derileri hem de kalpleri Allah’ın zikrine yumuşar ve yatışır” (ez-Zümer 39/23), “Peygambere indirilen Kur’an’ı işittiklerinde gerçeği öğrenmelerinden gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün (el-Mâide 5/83).
Tahâvî’ye göre bu âyetler, Allah’ın kelâmını dinleyen müminlerin durumunu tasvir eder. Hz. Peygamber’den rivayet edilen sözler de vahye dayanması sebebiyle onun cinsindendir. Çünkü hepsi de Allah katından gelmektedir. Müminlerin hadis dinlerken, aynen Kur’an dinlerken ki ruh haletine girmeleri, o hadisin doğruluğuna bir delil olur. Eğer Hz. Peygamber’in sözünü dinlerken böyle bir ruh haletine girmiyorlarsa, o zaman o hadis karşısında durmak ve araştırmak gerekir; çünkü diğer hadislere benzememektedir.[75]
Saffâr da benzer bir yorumla, “Dinin temel kaynaklarına aykırılık içeren rivayetlere müminlerin gönülleri rıza göstermez, bu husus Hz. Peygamber tarafından açıklamıştır” demektedir. Aktarılan bu hadiste, kesin hükümlere aykırı rivayetlerin vicdanı rahatsız edeceği ve reddedilmeleri gerektiği belirtilir. Bu nedenle Saffâr’a göre kabul şartlarını taşıyan haber-i vâhitlerin kabul edilmesi; aykırı olanların ise reddedilmesi gereklidir.[76]
Saffâr, çok açık ve net olarak âhâd hadisin itikadî konularda bilgi değeri taşıyabilmesi için öne sürdüğü bu üç ilkeye uygun olmasını savunur. Meselâ “Dört kadın nebî vardır: Havvâ, Mûsâ’nın annesi, Îsâ’nın annesi (Meryem) ve Firavun’un eşi (Âsiye)” hadisinin[77] rivayet açısından âhâd olduğunu, ayrıca peygamberlerden “erkekler” diye söz eden âyetle (bk. Yûsuf 12/109) çeliştiğini bu sebeple de itikadî alanda bilgi değeri taşımadığını ve bu rivayete güvenilemeyeceğini belirtir.[78] Ayrıca ona göre Eş‘arî dışında bu hadisle amel eden başka bir âlim de yoktur.[79] Aktarılan ilkeler; Ebû Hanîfe, Şemsüleimme es-Serahsî ve Alâeddin es-Semerkandî tarafından da kısmen dile getirilmiştir.[80] Bu ilkelerin bir arada ve belli bir sistematik içinde ele alınması Saffâr’a mahsustur.
Saffâr, mümkün olması halinde haber-i vâhidin Arap diline, dine ve kesin hükümlere mutabık bir anlama tevil edilebileceğini de belirtir.[81] Eserinin bir yerinde ise birini diğerine üstün kılmayı gerektirecek emârelerin bulunmaması durumunda aynı konudaki muarız hadislerle amel edilmemesini tavsiye eder. O, müşrik çocuklarının âhiretteki konumlarıyla ilgili cennetlik veya cehennemlik olduklarına dair birbirleri ile çelişen hadisleri bu duruma örnek gösterir.[82] Hanefî-Mâtürîdî anlayışın öncü isimlerinden Rüstüfağnî ise bu konudaki farklı rivayetleri, temyiz çağına ulaşıp iman eden müşrik çocuklarının cennetlik, iman etmeyenlerin ise cehennemlik olacağı şeklinde tevfik edilebileceğini düşünmektedir.[83]
KAYNAK: Demir, Abdullah. Ebû İshak es-Saffâr’ın Kelâm Yöntemi. İstanbul: İSAM Yayınları, 2018.