Şubat 23, 2025

Hz. Muhammed’in (s.a.v) Peygamberliği

* Doğan, Hacı İsmail Doğan. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’den Nûreddin es-Sâbûnî’ye Peygamberlik Anlayışı. Ankara: Oku Okut Yayınları, 2024. https://yayin.okuokut.org/catalog/book/62

Peygamberliğin ispatı meselesinde diğer kelâmi ekollerin kanaatlerini yukarıda ifade etmiştik. Bahsi geçen değerlendirmelerin tamamı Hz. Muhammed’in peygamberliği için de geçerlidir. Dolayısıyla burada tekrar etmeyeceğiz. Öte yandan Mâtürîdî’nin eserlerinde nübüvvet bahsini işlerken üzerinde en fazla durduğu konunun Hz. Muhammed’in nübüvvetini ispat meselesi olmasını da dikkate alarak konunun uzamaması ve mecrasından sapmaması için bu başlığı Mâtürîdî ve Sâbûnî ile sınırlandırmayı uygun gördük.

Mâtürîdî’nin Hz. Peygamberin nübüvvetini ispatı üzerinde çok fazla durmasının sebebi her şeyden önce dönemin ilmî ve sosyolojik gerçeklerini yansıttığını göstermektedir. Bu durum âyetleri tefsir ederken hassaten gaybî hususların izahında göze çarpmaktadır. Ona göre Hz. Muhammed’in nübüvveti her şeyden önce onun ahlakî şahsiyeti, hissî ve aklî mucizeleri ile ve sosyolojik açıdan peygamberlere olan ihtiyaç ile sabittir.[1]

Mâtürîdî’nin isbat-ı nübüvve (delâilü’n-nübüvve) olarak değerlendirdiği konular şunlardır:

  1. Resulullah’ın fiziki ve ahlaki özellikleri: Hz. Peygamberin vücudunda var olan bir takım özel durumlar ve onun ahlaki özellikleri peygamberliğinin delilidir. Hz. Muhammed’in peygamberlerden tevarüs eden bir nur taşıması ve omuzları arasında peygamberlik mührünün bulunması,[2] orta boylu olarak nitelendirilmesine rağmen uzun boylularla yan yana geldiğinde boyunun onları aşması,[3] bi’set öncesi ve sonrası bir bulutun Hz. Peygamber’i takip etmesi ve çocuk yaşta dahi putlara hiçbir zaman yaklaşmaması gibi mucizevi durumlar onun nübüvvetini ispat eder.[4] Hz. Peygamber’in yüzünün dolunaydan daha güzel,[5] kokusunun miskten daha güzel, teninin ipekten daha yumuşak olmasının[6] yanında onun eşsiz ahlakı, Mâtürîdî’ye göre nübüvvetinin delillerindendir. Hz. Peygamber’in kaba saba konuşan ve yüksek sesle bağırıp çağıran biri olmaması, asla yalan söylememesi, düşmanlarından kaçmaması,[7] hiç kimseyi aldatmaması ve hayasızlık olarak değerlendirilebilecek hiçbir durumun olmaması yani ahlaken en üstün kişi olması da aynı şekilde Hz. Peygamber’in nübüvvetini ispat eder.[8] Burada Mâtürîdî’nin Nûr-i Muhammedî’yi[9] de delil olarak kullanması dikkat çekicidir. Ancak o, sadece bunu tek başında değil fiziki ve ahlaki meziyetleri ile bir bütün olarak değerlendirmektedir. Peygamberliğin ispatında mucize yanında üstün ahlaki kişiliğin de olmasını şart koşması bunun delilidir.
  2. Kur’an’da yer alan kıssalar: Mâtürîdî’ye göre Kur’an-ı Kerim’de yer alan peygamber kıssalarının tamamı ispat-ı nübüvve (delâilü’n-nübüvve) olarak değerlendirilmesi gerekir. Zira bu kıssalar gayba aittir ve Hz. Peygamber bu kıssaların bilgisine daha önce sahip değildir. Dolayısıyla Allah’ın bildirmesi olmaksızın bilinmesi mümkün olmayan kıssalar Hz. Peygamber’in nübüvvetini ispat eder.[10] Kıssalarda bahsedilen bazı konuları, Ehl-i Kitap öğrenim ve telkin yoluyla bilse de Resulullah bu kıssaları bilen kimselerin yanına gidip gelmemiştir. Dolayısıyla Hz. Peygamber söz konusu haberleri herhangi bir kimseden eğitim ve öğretim yoluyla almamıştır. Aksine bizzat Cenâb-ı Hak’tan gelen vahiy yoluyla bilmiştir ki bu da onun nübüvvetine delil oluşturur.[11] Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Hz. Mûsâ kıssası anlatılırken; “Mûsâ’ya emrimizi vahyettiğimiz sırada sen vadinin batı tarafından bulunmuyordun ve olayın tanıklarından da değildin.”[12] buyurularak kıssaların kaynağının Allah olduğu, anlatılanların da vahiy mahsulü olduğuna dikkat çekilmiştir.

Mâtürîdî, söz konusu âyetin üç şekilde yorumlanabileceği belirtir:

Birincisi, sen Mûsâ’nın şahit olduğu bu olaylara şahit değilsin. Sonra biz bu haberleri Mekke halkına anlatman ve böylelikle bunların senin nübüvvetine delil ve risâletine kanıt olması için sana olduğu şekliyle bildirdik. Sen bunlara şahit olmamıştın ve bunları bilen kimseyle de görüşmemiştin ki sana öğretmiş olsun. Fakat söz konusu haberleri Allah katından öğrendiğini bilsinler diye olduğu şekliyle anlattın. İkincisi, olan bitenleri, Allah’ya şükretmeyi gerekli kılan bir nimet olarak Hz. Peygamber’e anlatmasıdır. Üçüncüsü ise onlara has kılınarak gönderilen peygamberler ve vahiy işinin kendilerinden kaynaklanmadığı, Allah katından olduğunun bilinmesi için bu hususları, Mûsâ’ya ona has kılarak anlatmasıdır.[13]

Mâtürîdî’nin bu ifadeleri ile kıssaların, peygamberlerin nübüvvet ve risâletlerini ispat eden bir unsur olarak değerlendirdiğini ifade etmek pekâlâ mümkündür. Nitekim o, peygamber kıssaları başta olmak üzere gabya ait konuların yer aldığı hemen hemen tüm âyetlerde, “Bu âyet aynı zamanda Hz. Muhammed’in nübüvvetini ispat eder.” ifadelerine yer verir.[14]

Mâtürîdî, kıssaların amacını açıklarken şunları söyler:

Eğer bize denilirse ki: Kur’an-ı Kerim’de bu geçmiş kıssa ve haberlerin anlatılmasının hikmeti nedir? Buna şöyle cevap verilir: -En doğrusunu Allah bilir ya- bunun çeşitli hikmetleri vardır. Birincisi, bunda Hz. Peygamber’in nübüvvet ve risâletinin ispatına dair delil vardır. Çünkü bu kıssa ve haberler onların kitaplarında sabit olup açıklanmıştı. Onlar Resulullah’ın dilinin, kendi kitaplarındaki dilden farklı olduğunu bilmekteydiler. Yine onun bunu öğrenmek için bilen birinin yanına gidip gelmediğini ve onlardan herhangi birinden kıssaları işitmediğinden de haberdardılar. Bütün bunlardan sonra Resulullah böylelikle onlara haberler verdi. Bu hususlar, bunları gaybı bilen birinden öğrendiğini göstermektedir.[15]

Mâtürîdî’ye göre geçmiş ümmetlere ait kıssaların ve haberlerin anlatılmasında iki şey ortaya çıkar. “Birincisi, Hz. Muhammed’in peygamberliğini kanıtlamaya işaret etmesidir. Çünkü insanlar, onun, birilerine gidip de bunları öğrenmediğini biliyorlardı, buna rağmen bu haberi getirmiş ve söylediği gibi de olmuştur. Şu hâlde O’nun, bunu Allah sayesinde bildiği anlaşılmıştır. İkincisi, onların şeriatları ve uygulamaları ile amel etmek, ancak bizim şeriatımız tarafından nesh edilmediği ortaya çıkana kadar geçerlidir.”[16] Peygamber kıssalarında yer alan hususları Allah bildirmeksizin Hz. Peygamber’in bilmesinin mümkün olmadığını ifade eden Mâtürîdî, bu durumun Hz. Muhammed’in risâletinin ispatı olduğu kanaatindedir.

Nitekim o, Hz. Âdem kıssasını anlatırken şöyle demektedir:

Âdem kıssasında, Hz. Peygamber’in nübüvvetini kanıtlamaya dair delil mevcuttur. Çünkü Resulullah kıssayı Kur’an dışındaki semavi kitaplarda olduğu gibi anlatmıştır. Hâlbuki onun semavi din mensuplarına gidip geldiği yahut da onların dillerini bildiği sabit değildir. Buna rağmen Resul-i Ekrem, bilenlerden hiçbirinin karşı fikir beyan edemeyeceği şekilde konuyu haber vermiştir. Bundan amaçlanan hedeflerden birisi, Hz. Muhammed’in bu hususu, Allah’tan aldığı vahiy yoluyla bilmiş olmasıdır.[17]

Hz. Âdem’in iki oğlunun kurban sunmaları da[18] aynı şekilde gayba ait bir konudur ve Hz. Peygamber olaya şahit değildir. Bu durum, söz konusu haberi Resulullah’ın herhangi bir beşerden değil Allah’tan aldığını ispat eder. Çünkü o, peygamber izlerinin silindiği ve ilimlerin sona erdiği bir dönemde[19] risâletle görevlendirilmişti. O da bunları insanlara tek tek açıklamıştı. Dolayısıyla bu ilahi beyanda, peygamber efendimizin nübüvvetini ispat için delil vardır.[20]

Aynı şekilde “Onların topraklarını, evlerini, mallarını, o zamana kadar ayak basmadığınız bir toprağı size miras bıraktı[24] âyetinde Resulullah’ın nübüvvetini ispat etmeye dair delil vardır. Çünkü o, onlara zafer vaad etmiş ve netice onun dediği gibi olmuştur. Bu, peygamberin bildirdiği ve vaad ettiği her şeyde onun doğruluğunu bilmeleri içindir.[25] Benzer şekilde Mekkeli müşriklerin Bedir’de yenileceklerini haber veren âyet-i kerime[26], Hz. Peygamber’in bu bilgiyi Allah’tan aldığına işaret eder.[27]

  • Hz. Peygamber’in korunacağını bildiren âyetler: Kur’an’da geçen “Allah seni koruyacaktır.[28] ifadesi aynen vuku bulduğuna göre demek ki Hz. Muhammed bu bilgiyi Allah’tan almıştır.[29] Dolayısıyla bu durum, Hz. Muhammed’in nübüvvetinin ispatı olarak değerlendirilebilir.[30] Bu husus ile bağlantılı olarak Allah’ın, Hz. Peygamber’e muhaliflerine deliller ve mucizelerle karşı koyma ve onlarla mücadele etmeyi emretmesi[31] Mâtürîdî’ye göre Resulullah’ın risâletini ispat eder: “Şöyle ki: Onlar biliyorlardı ki kendileri gibi bir konumda olanlara karşı çıkıp mücadele etmek tek bir kişinin gücü dâhilinde bir şey değildi. Ayrıca onlar kendilerine karşı çıkanları öldürmek ve yok etmek niyetinde kararlıydılar. İşte böyle bir ortamda Hz. Peygamber’in mücadelesini sürdürmesi sonunda onlar bunu kendi iradesiyle yapmadığını, bunu ancak ve ancak Allah’ın emri ve desteği ile yapabileceğini anlamış oluyorlardı. Zira onun yapıp ettikleri tek bir kişinin yapabileceği kabilden bir şey değildi.”[32] Cenâb-ı Hak yüce bir makam verdiği ve çok önemli vazifelerle görevlendirdiği elçisini yardım ve desteğinden mahrum bırakmamıştır.[33]
  • Hz. Peygamber’in kendi zamanında yaşanan fakat onun bizzat şahit olmadığı olaylar: Bu olayların Allah tarafından bildirilmesi, Mâtürîdî’ye göre Hz. Peygamber’in nübüvvetini ispat eder.[34] Çünkü Yüce Allah bu tür âyetlerde[35], kendisi tarafından bilgilendirildiği bilinsin diye, bizzat görmediği bir olayın mahiyetinden haber vermektedir.[36] Bu hususta en güzel örneklerden biri şu âyettir: “Biz onların seni dinlerken neye kulak verdiklerini, kendi aralarında fısıldaşırken de o zalimlerin, ‘Siz, sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz!’ dediklerini çok iyi biliyoruz.”[37] Buna göre kendi aralarında Hz. Peygamber’in büyülenmiş, mecnun ve kâhin bir kimse olduğunu aralarında fısıldaşmalarını Allah’ın Resulüne haber vermesi, onun elçiliğini kanıtlaması ve bunları Allah’ın bildirmesiyle bildiğini insanlara göstermesi içindir.[38]

Aynı şekilde “Biz göğü yokladık” ve “Dinlemek için onun oturulabilecek yerlerinde otururduk.[39] mealindeki âyetler, Hz. Muhammed’in peygamberliğini ispat eden delillerden bir diğeridir. Hz. Peygamber insanlara, cinlerin dünya semasına çıktıklarını, meleklerin haberlerini ve yeryüzündeki olaylar hakkında aralarında konuştukları Allah’ın emrini dinlediklerini, sonra bunları kâhinlere haber verdiklerini, kâhinlerin de ‘yarın şöyle olacak, şu gün böyle olacak’ diye yeryüzündeki insanlara bildirdiklerini, sonra vahiy gelmeye başlayınca haber alma yolunun kesildiğini ve onların engellendiklerini, bunun üzerine de cinlerin o sözü söylediklerini haber vermektedir. Cinler de kendilerinin böyle yaptıklarını haber verdiler ve kendileri hakkında verdiği haberde Hz. Peygamber’i doğruladılar.”[40]

Mâtürîdî’ye göre Allah, Hz. Muhammed’in peygamberliğine delil olacak gaybî mucizeler ve alâmetlerin yanında, münafıkların yaptıklarını ve içlerinde gizledikleri muhalefeti elçisine bildirerek de onu desteklemiştir. Cenâb-ı Hak, Resulullah’ın risâletinin alâmeti ve nübüvvetinin delili olarak onların içlerinde gizledikleri ve sakladıkları düşüncelere Resulünü muttali kıldı. Çünkü onlar, kalplerde gizlenen düşüncelere Allah’tan başka kimsenin muttali olamayacağını biliyorlardı. Resulullah onların içlerinde gizledikleri ve sakladıkları düşünceleri kendilerine haber verince Hz. Peygamber’in bunları Allah’tan öğrendiğine kanaat getirdiler.[41]

  • Bir kaynağa sahip olmadan bilgi edinmenin imkânsız olduğu haberleri bildirmesi. “Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceklerin her türlüsü İsrailoğullarına helal idi. De ki: Doğru söylüyorsanız Tevrat’ı getirip okuyun.”[42] âyetinde Hz. Peygamber Yahudilerin gizlediklerini açıklamıştır ki bu da ancak vahiy ile açıklanabilir bir durumdur.[43]
  • Resulullah’ın ümmî olması: Hz. Peygamber’in nübüvvetini ispat etmek için Mâtürî­dî’nin dile getirdiği hususlardan bir diğeri Resulullah’ın ümmî olmasıdır. Malum olduğu üzere Hz. Peygamber, kitapları, eğitim ve öğretimleri kurumları olmayan bir toplum içinde yetişmiş ve onlardan hiç ayrılmamıştır. Söz konusu toplumun bir kitap geleneği olmadığından Hz. Muhammed’in kendi kendine bunları yazması düşünülemez. Ayrıca Mekke toplumuna dışarıdan bir bilgin gelmiş olsaydı tesirlerinin görülmesi gerekirdi. Dolayısıyla Hz. Peygamber ümmî olarak yetişti. Ümmî olan bir kimse yazılı kaynaklardan bilgi alamadığı gibi sözlü olarak nakledilecek bir bilgiyi de tam olarak elde edemez.[44]

Mâtürîdî’ye göre Kur’an-ı Kerim’in önceki dinlere mensup insanlardan ve onların kitaplarından alındığı veya bizzat Hz. Muhammed’in yazdığını söylenmemesi ve Allah’tan olduğunun anlaşılması için Allah onu ümmî bir peygamber olarak göndermiştir. A’raf sûresi 157. âyette yer alan “Onlar, ellerindeki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî peygambere uyarlar.” ifadeleri ile “Sen bundan önce ne bir kitap okuyabiliyor ne de onu kendi elinle yazabiliyordun.”[45] ifadeleri Resulullah’ın ümmî olduğunu ispat eder. Aynı zamanda Hz. Peygamber’in Allah katından gönderildiğini de ispat eder. Zira Hz. Peygamber, onların (Yahudiler ve Hristiyanlar) kitaplarında olanı bilmeden veya onlara bakmadan ve dilini bilmeden kitaplarındaki mevcut bilgileri onlara haber verdi. Yahudi ve Hristiyanlar Tevrat ve İncil’i getirip de Hz. Muhammed’in anlattıklarını bulamıyoruz, dememişlerdir. Bu durum, onların bu şekilde kendi kitaplarında bulduklarını göstermektedir.[46] Öte yandan Hz. Peygamber’in ümmî oluşunun yanında, Ehl-i Kitap’ın kitaplarının Arapça olmadığı hâlde bunlara uygun bilgileri haber vermesi, Hz. Peygamber’in bu bilgileri Allah sayesinde bildiğini kanıtlar. Hz. Peygamber’in ümmî olduğu hâlde doğru bilgiler vermesi Mâtürîdî’ye göre risâletin kanıtlanması konusunda en etkili yoldur.[47]

Allah’ın peygamberliği bir ümmîye vermesinin hikmeti, bunun peygamber olduğunun bilinmesine vesile ve nübüvvetine alâmet olması içindir. Çünkü okuma yazma bilmeyen ve tahsil için herhangi birinden ders almayan birinin kendi kafasından bir şeyler söylemesi mümkün değildir. Sonra, edebî üslûbu ve güzel telifinden dolayı bütün hükemâyı hikmetine, bütün okur-yazarları da bilgisine muhtaç kılan bir kitabın, ancak vahiy ve risâlet yoluyla elde edilebileceği bilinsin diye onu ümmî olarak göndermiştir.[48]

  • Hz. Peygamber’in mucizeleri: Mâtürîdî’ye göre mucizeler Hz. Peygamber’in risâlet ve nübüvvetine delildir. Mâtürîdî, Hz. Peygamber’in hissi mucizeleri olarak şunları saymaktadır: Ay’ın ikiye yarılması, bir ağacın Resulullah’ın huzuruna gelmesi, taşın kendisine selam vermesi, az bir sudan çok sayıda kişinin içip kanması, duası ile düşmanların kuraklık ve kıtlığa maruz kalması, ardından kendisinden yardım dileyip yağmura ve bolluğa kavuşmaları, az bir yemekle çok sayıda insanın doyması, Sevr Mağarası’nda kendisinin görülememesi, kütüğün inlemesi, devenin hâlinden şikayet etmesi, kızartılmış koyunun zehirli olduğunu bilmesi, hicret esnasında kendisini takip eden kişinin atının kumlara gömülmesi[49] bunlara örnek sayılabilir.
  • Kur’an’ın i’cazı: Mâtürîdî’ye göre Kur’an-ı Kerim Resulullah’ın en büyük mucizesi aynı zamanda onun risâletinin de en büyük ispatıdır. Zira Kur’an, edebiyatın zirvede olduğu bir dönemde nazil olarak tüm insanlara edebi anlamda meydan okumuştur. Kur’an yaklaşık yirmi yılda inmiş olmasına rağmen, bölümler arasında hiçbir kopukluk olmaksızın âdeta tek bir seferde inmiş gibidir ve bir tek nazım ölçüsüne sahip olması itibarıyla mucizedir.[50]

Hz. Peygamber’in eşlerinin ve çocuklarının olması da “peygambere yakıştırılamayan” bir durum olarak değerlendirilmiş, müşrikler ve Yahudilerce eleştirilmiştir.[51] Mâtürîdî, Resulullah’ın zevceleri ve çocukları çok olduğu için Yahudilerin onu ayıplamaları ve kınamaları üzerine bu âyetin nazil olduğunu söyleyen müfessirler olduğunu belirtir. Ona göre birden çok eşe sahip olmak, insanın nübüvvet ve risâlet görevini yerine getirmesine engel teşkil etmez. Nitekim daha önceki peygamberlerde de bu durum bir engel teşkil etmemiştir.[52]

Sâbûnî peygamberliğin ispatı hususunda kendinden önceki kelâm eserlerinde bahsedilen ispat delillerini yeri geldiğince kullanan bir âlimdir. Aynı zamanda Hz. Peygamber’in nübüvvetini ispat bahsine de yer verir. Ancak onun bu hususta, Mâtürîdî kadar durmadığını söylememiz mümkündür. O, yeri geldiğinde bu meseleyi ele almakta ve birtakım açıklamalar yapmaktadır.

Sâbûnî’ye göre Hz. Peygamberin nübüvvetini ispat eden deliller şunlardır:

1. Diğer peygamberlerin nübüvvetine dair delilleri: Ona göre tarihte gelip geçen peygamberlerin nübüvvetini ispat etmek aynı zamanda Hz. Muhammed’in peygamberliğini de ispat etmek demektir. Zira diğer peygamberlerin nübüvveti ancak onun haber vermesiyle kesinlik kazanır. Dolayısıyla diğer peygamberlerin kabulü Hz. Muhammed’in nübüvvetinin de kabulünü gerektirir.[53]

2. “Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.”[54] âyeti Sâbûnî’ye göre Hz. Peygamber’in vahiy ile konuştuğuna dolayısıyla nübüvvetinin ispatına delil sayılır. Zira vahyin gelmemesi peygamberimizin doğru söylediğine bir delildir. Yani vahiy ile haber verdiğine bir delildir. Eğer gerçekten kendiliğinden söz uyduruyor olsaydı, vahyin gelmediği günlerde bir şeyler söyleyebilirdi. Öyleyse onların söyledikleri iddiaları tamamen kaldırıyor. Peygamberimiz sabretti ve vahiy bekledi. Bu durumda insanların peygamberimizin vahiy beklediğini tekit eder.[55]Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun.”[56] âyeti Sâbûnî’ye göre peygamberimizin nübüvvetine delildir. Zira Hz. Aişe “Peygamberimiz vahiyden bir şey gizlemiş olsaydı bu âyeti gizlerdi.” demiştir.[57] Çünkü onun kendi nefsinden değil vahiyle haber verdiğine delalet vardır.[58]

3. Hz. Peygamber’in Allah tarafından uyarıldığı âyetler: Bu âyetlerin varlığı da onun nübüvvetini ispat eder. Abese sûresinde yer alan ifadeler buna delildir. Kâfirler peygamberimizin kendiliğinden bir şeyler getirdiğini iddia ediyorlardı. Eğer “yüz çevirme olayı” peygamberimize itâb olarak nitelendiriliyorsa bunun olmaması gerekirdi veya gizlenmesi icap ederdir. Peygamberimiz itâbın şiddetine rağmen bunu açıklaması, ne söylüyorsa Allah’ın vahyi ve emri ile yaptığına delildir.[59] Görüldüğü üzere Sâbûnî’ye göre Kur’an’da yer alan itâb, uyarı ve benzeri âyetler Hz. Peygamber’in nübüvvetine delildir. Peygamberimizin nübüvvetini ispat sadedinde onun dile getirdiği bu delile Mâtürîdî’de rastlamadık.

4. Peygamber kıssaları: Bu kıssalar Sâbûnî’nin nazarında hem Kur’an’ın hem de Hz. Peygamber’in doğruluğunu ispat eder. Allah, Hz. Mûsâ’nın hikâyesini bazen uzun uzun bazen kısa olarak çokça zikretmiştir. Hz. Mûsâ’nın hikâyesinin Allah’tan olduğunun açık delilidir. Çünkü onun kıssası bazen çok uzun bazen çok kısadır fakat hepsinde aynı anlam vardır.[60] Dolayısıyla bu kıssayı gönderen Allah’tır ve onu insanlara açıklayan Hz. Peygamber de hak peygamber­dir.[61]Zira Hz. Peygamber, okuma yazma bilmemekteydi ve o, Ehl-i Kitap’tan hiç kimse ile de bir araya gelmemiş ve onlardan ders almamıştır. Buna karşın onların kitaplarında olanları değiştirmeden söylemesi, bunu vahiy ile bildiğine delildir.[62]

5. Hz. Peygamber’in Mucizeleri: Sâbûnî’nin Yahudiler ve Hristiyanların iddialarına karşın, Hz. Peygamber’in nübüvvetini ispat için mucizeler üzerinden bir cevap oluşturduğunu görüyoruz. Ona göre Allah, Hz. Muhammed’e mucizelerden hakkına düşeni vermiş onu diğer peygamberlerle aynı seviyeye getirmiştir. Allah, Hz. Peygamber’in aklî, haberî ve hissî mucizelerini kendine mahsus kılmıştır.[63]

 Sâbûnî, Hz. Peygamber’in nübüvvetini inkâr edenlerden ilk olarak Yahudiler ve Hristiyanların iddialarını dile getirmekte ve onlara cevap vermektedir. Yahudiler, Hz. Muhammed’in peygamberliğini asıl olarak inkâr etmekte ve Allah tarafından nesihin muhâl olması itibariyle, yeni bir nebinin mümkün olmadığını iddia etmektedirler. Ayrıca Hz. Mûsâ’nın son peygamber olduğunu iddia etmektedirler. Onlara göre Hz. Mûsâ, “Ben nebilerin sonuncusuyum. Yer ve gök durduğu müddetçe benim dinime uymanız gerekir.” demiştir. Hristiyanların da benzer şekilde Hz. Muhammed’in nübüvvetine yönelik itirazları söz konusudur. Bunlardan bir grup Hz. İsa’nın son nebî olduğunu iddia etmiştir. Bir grup ise Hz. Peygamber’in nübüvvetini kabul etmekle birlikte onun risâletinin evrenselliğini inkâr etmiştir. Onlara göre Hz. Muhammed yalnızca Araplara gönderilmiş bir elçidir.[64]

Yahudiler ve Hristiyanların neshi caiz görmemelerini değerlendiren Sâbûnî, neshin cevazını inkâr etmenin doğru olmadığını ifade eder ve güzel bir mantık önermesi ile cevap verir: “Şüphe yok ki onların şeriatı da Hz. İbrâhîm, Hz. Nuh ve Hz. Âdem’in şeriatına muhaliftir. Bu durum insanlar nazarında açık bir hükümdür ve inkârı mümkün değildir.”[65] Neshi, bedâ (başlangıç) ve değişim olarak kabul edip şeriatın topyekûn kaldırılmasının mümkün olmadığı iddiasını da değerlendiren Sâbûnî, bu iddianın yersiz olduğunu ifade eder. Ona göre nesh, bir şeriatın Allah’ın ilmindeki hükmünün sona erdiğini açıklamasıdır. Allah, hükmü bilinen bir vakte kadar vazeder ancak bu vakti hikmete binaen kullarına açıklamaz. Nesih varit olduğu zaman söz konusu hükmün bu vakte kadar meşru olduğunu beyan etmiş olur. Bu ise bedâ ve değişimi gerektirmez. Bu durum, yenilmesi durumundaki zarar sebebiyle bir doktorun hastasına ‘et yeme’ deyip bir müddet sonra da ‘et ye’ demesine benzer. Bu değişiklik hastanın durumundaki ve maslahatındaki değişime yönelik olup doktorun bilgisindeki değişimle ilgili değildir.[66]

Yahudilerin, Hz. Mûsâ’nın “Ben peygamberlerin sonuncusuyum.” dediği şeklindeki iddialarını değerlendiren Sâbûnî, bu iddianın bir iftira olduğunu ifade etmektedir. Peygamberlik iddiasında bulunan Hz. İsa’nın birtakım mucizeler göstermesi söz konusu iddianın iftira olduğunun ispatıdır. Zira mucize peygamberliğin en önemli ispatıdır. Şayet mucize Hz. İsa hakkında doğruluğunun kanıtı olmuyorsa aynı şekilde Hz. Mûsâ hakkında da kesin delil olmaz. Hz. Mûsâ hakkında delil oluşturuyorsa Hz. İsa hakkında da delil teşkil eder. Bu durumda, Yahudilerin Hz. Mûsâ’ya atfen dile getirdikleri söz konusu iddianın bir iftira olduğu ispat edilmiş olur. Sâbûnî’ye göre Yahudiler bu iddialarını Hz. Muhammed ile karşılaştıktan sonra dile getirmişlerdir. Çünkü iddiaları doğru olsaydı aralarında açıkça dile getirmeleri gerekirdi.[67]

Son olarak Hristiyanların, Hz. Peygamber’in sadece Arapların peygamberi olduğu iddiasını el alan Sâbûnî, bu iddiayı da akıl yoluyla çürütmektedir. Ona göre Hristiyanlar, Hz. Peygamber’in yalnızca Araplara gönderilen bir peygamber olduğunu kabul etmekle Resulullah’ın yalan söylemediğini de kabul etmiş olurlar. Hz. Peygamber’in yalan söylemesi mümkün olmadığına göre onun “Her peygamber kendi kavmine gönderilmiştir, ben insanların bütününe gönderildim.”[68] sözünü de kabul etmelidirler. Aynı şekilde, Cenâb-ı Hakk’ın “(Ey Muhammed!) De ki: ‘Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim.”[69] âyetini de kabul etmeleri gerekir. Hz. Peygamber’in diğer dinlere mensup kimselerin yaşadığı ülkelerin başkanlarına İslam’a davet mektupları göndermesi, Necâşî ve başkalarının da Müslüman olması onun risâletinin evrenselliğini ispat eder. Ayrıca Hz. İsa’nın mucizeleri onun yalan söylemediğine delil olursa aynı durum Hz. Peygamber için de geçerlidir.[70]

 Hz. Peygamber’in ümmî oluşu: İnsanlar Peygamberimizin daha önce bir kitap okumadığını bilmişlerdir ve onun bir hocası da olmamıştır. Bunu bildikleri için bu hususta bir şüphe kalmamıştır. Peygamberimizin rütbesi yüksektir. Onun için okuma ve yazma ile övme ihtiyacı kalmamıştır. Ümmî olmak peygamberimiz dışındaki herkes için bir noksanlık sayılır ama onun için sayılmaz.[71] Sâbûnî, Hz. Peygamber’in ümmî oluşuna Hudeybiye Antlaşması’nda müşriklerin “Muhammedun Resulullah” yazılmasına itiraz etmeleri üzerine “Muhammed b. Abdullah” yazılmasını istediklerinde, yazını yerini Hz. Ali’den sormasını[72] delil göstermektedir.

Sonuç olarak Hz. Muhammed’in peygamberliğini ispat hususunda Mâtürîdî eserlerinde daha fazla yer verirken Sâbûnî’nin daha az yer verdiğini tespit ettik. Mâtürîdî, Hz. Peygamber’in fiziki yapısı ve ahlakını, ümmî oluşunu, peygamber kıssalarını, gayb haberlerini, mucizelerini, onun korunacağını bildiren âyetleri, onun zamanında yaşanan fakat Resulullah’ın şahit olmadığı olayları bildirmesini nübüvvetinin delilleri arasında saymaktadır. Sâbûnî ise peygamber kıssaları, Hz. Peygamber’in mucizeleri ve Hz. Peygamber’in ümmî oluşunu delil olarak kullanmaktadır. Farklı olarak Hristiyanlar ve Yahudilere karşı neshin varlığını ispat gayretine girmesini, Duhâ sûresi 3. âyeti ve itâb âyetlerini deliller arasına ilave etmektedir. Diğer delilleri ise kullanma gereği duymamaktadır. Hz. Muhammed’in peygamberliğinin sadece Araplara yönelik olduğu iddiasına cevap da Sâbûnî de öne çıkmaktadır.

Hz. Muhammed’in Peygamberliğini İspat İçin Kullanılan Deliller

DelillerMâtürîdîSâbûnî
Hz. Muhammed’in fiziki özellikleriAtıf yapar.Atıf yapmaz.
Hz. Muhammed’in mucizeleriAtıf yapar.Atıf yapar.
Kur’an’ın i’cazıAtıf yapar.Atıf yapmaz.
Peygamber kıssalarıAtıf yapar.Atıf yapar.
Geçmişten haber vermesi (Geçmiş Gayb)Atıf yapar.Atıf yapar.
Gelecekten haber vermesi (Gelecek Gayb)Atıf yapar.Atıf yapmaz.
Şahit olmadıklarından haber vermesi (Şimdiki Gayb)Atıf yapar.Atıf yapmaz.
Bir kaynağa sahip olmadan bilgi edinmenin imkânsız olduğu her haberin bildirilmesiAtıf yapar.Atıf yapmaz.
Resulullah’ın ümmî olmasıAtıf yapar.Atıf yapar.
Hz. Peygamber’in uyarıldığı âyetlerAtıf yapmaz.Atıf yapar.
Duhâ sûresi 3. âyetAtıf yapmaz.Atıf yapar.
Diğer peygamberlerin nübüvvetine dair delillerAtıf yapmaz.Atıf yapar.
Hz. Peygamber’in korunacağını bildiren âyetlerAtıf yapar.Atıf yapmaz.

KAYNAK: Doğan, Hacı İsmail Doğan. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’den Nûreddin es-Sâbûnî’ye Peygamberlik Anlayışı. Ankara: Oku Okut Yayınları, 2024. https://yayin.okuokut.org/catalog/book/62