Şubat 23, 2025

Peygamberliğe İman

* Doğan, Hacı İsmail Doğan. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’den Nûreddin es-Sâbûnî’ye Peygamberlik Anlayışı. Ankara: Oku Okut Yayınları, 2024. https://yayin.okuokut.org/catalog/book/62

Dinî bir terim olarak iman kavramı peygamberlere inanmayı da kapsamaktadır. Nitekim iman “Allah’tan aldıkları mesajlar hususunda peygamberleri tasdik etmek ve onlara inanmak” diye tanımlanır.[1] İslam’ın temel inanç konularından birisi peygamberlerin tamamına iman etmektir. Peygamberlere iman meselesi bu anlamda semavi dinleri diğer dinlerden ayıran en önemli özelliklerdendir.[2] Yüce Allah, Bakara sûresi 285. âyette “Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. ‘Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır.’ dediler.” buyurmaktadır. Bu âyette açık bir şekilde peygamberlere imanın aralarında ayırım yapılmaksızın tüm peygamberler için olduğu ifade edilmektedir. Peygamberlere iman, meşhur “Cibril Hadisi”nde açık bir şekilde geçmektedir. Rivayete göre “Bir gün Resulullah (sav) insanların arasında oturuyordu. Bir adam geldi ve “Ey Allah’ın Resulü, iman nedir?” diye sordu. Resulullah şöyle buyurdu: “Allah’a, meleklerine, kitabına, O’na kavuşmaya, peygamberlerine iman etmendir. (Aynı şekilde) öldükten sonra son dirilişe iman etmendir…” (Soran kişi yanından ayrıldıktan sonra) Resulullah buyurdu ki “Bu, Cibrîl’dir; insanlara dinlerini öğretmek için geldi.” buyurdu.”[3]

 Kur’an-ı Kerim’de her kavim için bir uyarıcı peygamber geldiği[4] ve kavimlere peygamber gelmedikçe azap edilmeyeceği[5] belirtilmektedir. Bu âyetler peygamber göndermenin Hz. Muhammed öncesinde de var olduğunun ispatıdır. Öte yandan Hz. Âdem ve eşinin cennetten indirilmesinin hemen akabinde “Benden size muhakkak bir yol gösterici gelecektir.[6] buyurularak nübüvvetin insanlık tarihi ile başladığına işaret edilmiştir. Allah’ın ilim, irade, kudret gibi sıfatlarının yanında kelâm sıfatı da vardır. Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarının evrende yaratma ve yok etme tecellileri vardır. Nübüvvet dışında kelâm sıfatının tecelli ettiği bir alan söz konusu değildir. Dolayısıyla Allah’ın kelâm ve irade sıfatlarına iman eden bir kimsenin nübüvveti de kabul etmesi gerekir. Aksi hâlde bu sıfatlar iptal edilmiş olur.[7]

İslam inancının aksine peygamberlerin bir kısmına inanıp bir kısmını kabul etmeyenler vardır. Yahudiler kendilerine tebliğ görevi verilen on dokuz peygamberi kabul ederken Hz. İsa ve Hz. Muhammed’in risâletini kabul etmezler. Hristiyanlar ise Hz. Muhammed’in nübüvvetini inkâr ederler.[8] Berâhime’den bir grup sadece Hz. Âdem’in peygamberliğini kabul ederken başka bir grup ise sadece Hz. İbrâhîm’i kabul ederler.[9] Öte yandan Harran Sâbiîleri, Hermes, Vâlis, Zervisyus ve Eflâtun’un peygamber olduğuna inanır. Vâsıt Sâbiîleri sadece Hz. Âdem ve Hz. Şit’i peygamber olarak kabul ederken Sâmirîler ise Hz. Mûsâ, Hz. Hârûn ve Yûşâ ile onlardan öncekilerin nübüvveti kabul eder.[10] Yahudilerin yaptığı gibi peygamberler arasında ayırım yapmak İslam’a göre doğru değildir. Nübüvveti sabit olan bir peygamberi inkâr eden kimsenin imanın gideceği konusunda âlimler arasında ittifak vardır.[11]

İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe’ye göre peygamberler arasında ayrım yapmaksızın hepsine iman etmek gerekir. Ona göre iman esaslarını kabul eden fakat ‘Hz. İsâ, Hz. Mûsâ ve diğerleri peygamber mi yoksa değil mi?’ diyen kimse de kâfir olur.[12]

Mâtürîdî, peygamberlere imanı “Onun Allah’tan getirdiği her bilgiyi tasdik etmek, her sözü ve her fiili doğrulamak, onun doğruyu ve hakkı söylediğine inanmak ve onun kendisi tarafından değil Allah’ın emir ve yasaklamasıyla olduğunu bilmektir.” şeklinde açıklar.[13] Bu nedenle Allah’a iman edip peygamberlere iman etmeyen kimsenin imanı geçerli değildir hatta onlarla savaşmak caizdir. O, şöyle demektedir: “Allah’yı ikrar edip tasdik eden, fakat Muhammed’in risâletini ve nübüvvetini inkâr edenler, risâletini ikrar ve tasdik etmedikçe onlarla savaştan vazgeçilmez. Resul-i Ekrem’i ikrar ve Allah’ın peygamberi olduğunu tasdik eden ancak şer’î hükümleri inkâr edenlerle de bu hükümleri ikrar ve tasdik edinceye kadar savaşılır. Onları tasdik edince savaşılmaz.”[14] Onun bu ifadelerinden Allah’a inandığı hâlde peygamberleri kabul etmeyen kimselerin (bugünkü ifade ile deistler) imanı geçerli değildir ve kâfirlerin tâbi olduğu hukuki durumlarla muamele görmeleri gerekir. Ona göre Allah’ın gönderdiği peygamberlerin tamamını kabul etmeyenler mümin olamazlar. Zira mümin olmanın şartı bütün peygamberlere iman etmektir. Onlardan herhangi birini inkâr eden tümünü inkâr etmiş olur. Buna bağlı olarak peygamberlerden herhangi birini bulunduğu konumdan yukarı çıkaran kimse örneğin ‘İsa, Allah’ın oğludur’ diyen aslında ‘O, peygamber değil.” diyerek onun kadrini ve mertebesini aşağıya indiren kimse gibidir. “Nûh kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladılar.”[15] âyetinde peygamberlerin “mürselîn” (اﻟﻤﺮﺳﻠﯩﻦ) şeklinde çoğul gelmesi, peygamberlerden tek birini inkâr edenin bütününü inkâr etmiş olacağı anlamına gelir. Zira her bir peygamber, halklarını bütün peygamberlere iman etmeye çağırmıştır.[16]

Mâtürîdî, peygamberlerin bir kısmını kabul edip bir kısmını reddedenlere kelâmî yaklaşımla, akıl ve mantık çerçevesinde cevaplar verir. O, peygamberlerin bir kısmını kabul edenlere, öncelikle bir kısmını neden kabul ettiklerini sorar. Onların nübüvvetini kabul etmelerini zorunlu kılan herhangi bir özelliğe veya mahiyete dikkat çekenlere, aynı mananın ve özelliğin bütün peygamberler için de geçerli olduğu, dolayısıyla onların peygamberliğini de kabul etmenin zorunluluğunu dile getirir. Hz. Muhammed’in nübüvvetini kabul etmeyen ancak başka bir peygamberi mucize göstermesi gerekçesi ile kabul edenler bilmelidir ki o da mucizeler göstermiştir ve mucizeleri mucize yapan şey aynıdır. Hz. Muhammed’de çok sayıda mucizeler göstermiştir. Hatta bu mucizeler hiçbir peygamberde olmayan türdendir.[17]

Başta Hz. Muhammed olmak üzere diğer peygamberleri kabul etmeyen Yahudi ve Hristiyanların kendi peygamberlerini kabul etme gerekçelerini soran Mâtürîdî, onların içine düştükleri çelişkiye dikkat çeker. Ona göre Hz. Muhammed’in haber verdiği peygamberleri kendilerine ulaşan bilgi ile kabul ettiklerini söyleyen Yahudi ve Hristiyanlar aynı bilgi kaynaklarında yer alan Hz. Muhammed’in nübüvvetini inkâr ederek çelişkiye düşmektedirler. Onların inandığı peygamberlerin de Hz. Muhammed’in geleceğini haber vermiş olmaları ve bu bilginin ellerindeki kitaplarda hâlihazırda mevcut olmasına rağmen onu inkâr yoluna gitmeleri hem büyük bir çelişki hem de sorumluluktan kaçmadır.[18]

Allah tarafından gönderilen peygamberlere iman etmek imanın olmazsa olmazı olmakla beraber, Mâtürîdî’ye göre Allah insanlara peygamber göndermese ve vahiy indirmese de onları iman etmekle mükellef kılar. Eğer insanlar sorumlu olmasalar başıboş bırakılmış olurdu ve yaratılmaları anlamsız olurdu. Dolayısıyla bu durum, elçi göndermese ve bir şey vahyetmese bile kulların Yaradan’ın varlığını bilmek ve birliğine iman etmekle mükellef olduklarına işaret eder.[19] O, bu durumu, “peygamber göndermeden delilin bağlayıcı ve hükmün geçerli olduğu” şeklinde formüle etmektedir.[20] Benzer şekilde “Ve size din konusunda hiçbir güçlük yüklemedi.”[21] âyeti de ona göre Allah peygamberler göndermese bile insanların Yaradan’ın vahdâniyetini, ulûhiyyetini, yüceliğini ve nimetlerini bilmekle ve bunlara karşılık her zaman O’na şükretmek ve boyun eğmekle mükellef olduklarını göstermektedir.[22] Bu açıdan Mâtürîdî’ye göre insanlara peygamber gönderilmese dahi akılları sayesinde kendilerini yaratan bir yaratıcı bulmak zorundadır. Zira akıl, birtakım eksiklerine rağmen Yaradan’ı tanıma kapasitesine sahiptir. Allah’ın peygamber göndermesi, insanların öne sürebilecekleri bahanelerini önlemek içindir. Bununla birlikte aklın insanlara faydalı veya zararlı olabilecek her şeyi bilmesi mümkün değildir. Örneğin akıl, Allah’a hakiki kulluğun nasıl yapılacağı, ahirette karşılaşılacak hâller ve Allah’ın sıfatları gibi konuları kavrayabilecek kudrete sahip değildir. Sonuç olarak insanların peygamberlere ihtiyacının olmadığını düşünmek hata olur. Aksine insanların dünya ve ahiret mutluluğu için peygamberlere ihtiyacı vardır.”[23] Peygamber gelmese bile Yaradan’a iman etmenin gerekli olduğunun bir başka delili: “Biz Nûh’u, ‘Kendilerine can yakıcı bir azap gelmeden önce halkını uyar’ diyerek kavmine gönderdik.”[24] âyetidir. Zira bu âyet, peygamber gelmese dahi insanların iman ile mükellef olduğunun delilidir. Eğer öyle olmasaydı uyarıcı gelmeden önce kendilerine azabın gelmeyeceğinden emin olurlardı ve başlarına gelecek bir azap ile korkutulmazlardı.[25]

Sâbûnî de nübüvvet meselesi üzerinde çokça duran bir âlim olarak temayüz etmektedir. Ancak peygamberlere iman konusunda detaylı açıklamalara girme gereği görmez. Peygamberlere iman hususunda Sâbûnî’nin kanaati özetle şudur: “Bütün nebî ve resullere iman ederiz. Peygamberlerin ilki Hz. Âdem sonuncusu Hz. Muhammed’dir.”[26] Dolayısıyla peygamberlerin tamamına aralarında ayrım yapmaksızın iman etmek gerekir.[27] Bazılarına iman edip bazılarını inkâr etmek olmaz. İman ile inkâr arasında bir yol isteyenler ya da bir kısmına iman edip bir kısmına iman etmeyenler gerçekte kâfirdir.[28]

Görüldüğü üzere peygamberlere iman konusunda Mâtürîdî detaylı açıklamalara yer verirken Sâbûnî bu konuya çok daha az yer vermektedir. Her iki mütekellim de aralarında ayrım yapmaksızın tüm peygamberlere iman edilmesi gerektiği hususunda ortak kanaate sahiptirler.


* Doğan, Hacı İsmail Doğan. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’den Nûreddin es-Sâbûnî’ye Peygamberlik Anlayışı. Ankara: Oku Okut Yayınları, 2024. https://yayin.okuokut.org/catalog/book/62